3 Şubat 2012 Cuma

Kalbinizin sesini dinleyin!



Geçen gün tek kelimeyle harika bi film izledim. Belki çoğunuz izlemişsinizdir, 2010 da yayınlanmış sanırım. Listen To Your Heart adıda. Çok fazla anlatmak istemiyorum ama özetle; tek kelimeyle hayattan zevk alan, çok parası olmayan ve müziğe aşık olan bir adam. Bir restoranda çalışıyor ve restoranı kapatırlarken oturup oradaki piyanoda kendi yazdığı şarkıları çalıyor. Hayali, bestelerini dünyaya duyurmak. Adam o kadar hayat dolu ki.. Resmen özendim, hani hayatı mükemmel olmamasına rağmen resmen hayatı kelimesi kelimesine yaşıyor. Ve bir gün restorana gelen bir kıza ilk görüşte aşık oluyor. Bu kızın ciddi anlamda pislik bi annesi var, hani ciddi anlamda gaddar bi kadın. Yani baya baskı altında bir kız. Restorandan çıkarlarken Danny(filmimizin kahramanı) kızın eline bir kağıt tutuşturuyor, numarası ve adı. Ama kız (Ariana) onu hiç aramıyor. Tam çocuk umudunu kaybederken kız iki hafta sonra restorana geliyor ve kızın geri aramamasının nedenini öğreniyorlar: kız sağır. Bundan sonra olanları yazmak istemiyorum zaten yeteri kadar uzun anlattım ama bu çocuk Ariana'nın "o" olduğunu, doğru insan olduğunu biliyor ve onla anlaşmak için elinden ne geliyorsa yapıyor. Arkadaşı bunun çok zor olacağını söylemesine ve Danny'yi bu kızdan vazgeçirmeye çalışmasına rağmen Danny sinirleniyor ve "Sırf zor olacak diye, mükemmel olabilecek bir şeyden vazgeçmeyeceğim." diyor. Türkçede biraz garip duyuldu ama cidden orası eridiğim andı yani. İşaret dilini öğreniyor, kızın öz güvenini yerine getiriyor, hayattan ne istediğini bulmasına, hayallerini takip etmesine yardım ediyor. Bu kadar şey yazmama rağmen hala çok az şey anlattım. O kadar harikaydı ki resmen ağlamaktan gözüm çıktı. Çok da trajik bir sonu var. Ama bir o kadar da mükemmel. Yani napıyosunuz? Gidiyosunuz ve hemen "Listen To Your Heart" filmini alıyosunuz veee izliyosunuz. Ciddiyim.

                              

Bu filmden sonra hala neden inatla "doğru insanı" beklediğimi bir kez daha anladım. Çünkü şuana kadar hiçbir sevgilime (bir tanesi hariç. o da yalan oldu zaten) ciddi anlamda aşık olduğumu hissetmedim. Ve bu filmden sonra hala hani "bir yerlerde sizi bekleyen biri var." duygusu geri geliyor ve bir saniyeliğine kendimi ilerde evde kalmış deli kadın olarak görmüyorum. Neyse önemli olan bu değil, önemli olan hayallerinizin peşinden gidin; çünkü hayat gerçekten çok kısa.
Film hakkında fazla bilgi verdiysem özür dilerim, ama kendimi tutamıyorum yani bence cidden çok çok çok harika bi filmdi. 4 tane de Oscar'ı var sanırım. Beni çok etkilemişti, ondan paylaşmak istedim :) Sizde kalbinizin sesini dinleyin belki bizde bir gün hayallerimize, aradığımız aşka ulaşırız!




2 Şubat 2012 Perşembe

let it snow, let it snow, let it snow

Uzun zamandır İstanbul'u bu kadar beyaz görmemiştim. Şu geçtiğimiz üç-dört gün o kadar güzeldi ki.. Her yer bembeyaz, tertemiz.
Hele hele pazartesi akşamı hayatımın en harika akşamlarından biri oldu. Odamda oturmuş film izlerken annem "Kutup Yıldızı gel pencereden baak!" diye yanıma geldi. Kendimi öyle bir filme kaptırmışım ki saatlerdir delicesine yağan karı fark etmemişim. Hemen pencereye koştum, bir baktım her yer bembeyaz olmuş. Sanki karlar ülkesi. Saat de geceyarısını geçtiği için kimsecikler yok, arabalar yok, trafik yok. Sadece sessizlik, ve pamuk gibi yağan kar. Bir de marina dan doğru gelen vapur sesleri..
Bizim oturduğumuz yer sahilde olduğu için diğer yerler gibi pek kar yağmaz, yağsa da pek tutmaz. O yüzden her tarafı bembeyaz görmek çok nadir rastlanan bir durum. Annemde hayatı dolu dolu yaşayan bir insan olduğundan "Kalk hadi dışarı çıkalım!" dedi, hemen mutfağa gitti ve o muhteşem sıcak şarabını yapmaya koyuldu. Bende kalpli pijama altım yerine adam gibi bi pantolon giydim ve kafamın üstüne biri sıçmış gibi duran o iğrenç topuzumu açıp hemen bir bere taktım. 15 dakika sonra annemle kardanadam desenli kupalarımızda sıcak şaraplarımızı içerek karın ve sessizliğin tadını çıkarıyorduk. O kadar harikaydı ki, resmen sessizliğin sesi. Ve kar o kadar güzel yağıyordu ki, sanki biz kocaman bir kar küresinin içinde duran birer bibloyduk ve birileri o kar küresini sallıyordu. Üzerimize pamuk gibi karlar düşüyordu. 1 saat yürüdükten sonra ıssız bi sokakta köpeklerin bizi kovalamaya başlamasıyla korkup eve döndük :D
Şuanda bazıları "Kar yağmış dolaşmışsınız işte ne var yiaaaa." diyor olabilir, ama ben küçük şeylerle aşırı mutlu olabilen bir insanım ve hiçbir insanın olmadığı sokaklarda ve hiçbir insanın basmadığı, geceyi aydınlatan bembeyaz karların üstünde yürümek, yağan karın tadını çıkarmak benim için çok özeldi :)
Neyse, bu böyle bir anıydı işte. İşin asıl kısmına geliyorum. Yukarıdaki kısmı okumaya başlayıp da "Bu ne yiaa" deyip çıkmaya karar verdiyseniz lütfen pencereyi kapatmadan önce BURAYI OKUYUN! (büyük harfle yazılı iki pembe sözcüğün dikkat çekebileceğini uman Kutup Yıldızı, umarım bunu başarır. Neyse.) Herkes çok mutlu kar, mar, kış havası falan filan. Evet. Ama bana öyle geliyor ki, sanki kimse dışarıda üşüyen ve ıslanan küçük dostlarımızı düşünmüyor. Hayvanlar konusunda fazla hassas bir insan olarak hepinizden rica ediyorum, lüüütfen dışarıya onlar için bir kutu koyamıyorsanız bile, en azından sokaklara mama, pencerenizin önüne mısır, buğday, kuş yemi, hiç olmadı ekmek falan koyun. O kadar açlar ki.. Bugün bizim evin önünde beslediğim kediler ortaya çıktılar iki gündür yoklardı ve size ne kadar aç olduklarını anlatamam. Resmen nefes almadan yediler. Ve yinede doymadılar. Bugün kuş yemi aldım mesela, şuan balkonum serçe kaynıyor ama en azından bazılarını doyurmuş olmanın verdiği bir mutluluk var. Geçen gün de başka bir kedi karların arasından sırılsıklam olmuş bir şekilde bana koştu. Hemen mama getirdim ama bu bir insanın yapmasıyla olacak bir şey değil. Lütfen onlara yardım edelim. Aynı şekilde köpeklere de. İlla mama almanıza da gerek yok, evde artmış yemekleri bir yoğurt kabına koysanız yine olur. Bu konuda ciddi anlamda hassas olan Kutup Yıldızı sizinde onların patisinden tutacağınızı, yardım eli uzatacağınızı umar ve yine delirmiş bir ev kadını imajı çizerek koca bir kutu mamayla kendini dışarı atıp kedi, köpek beslemeye gider.

küçük bir özür yazısı :)

Çok değerli 7 izleyicim ve bunu okuyan diğer herkes,
Buraya yazmayalı 1 aydan fazla olduğunun farkındayım ve suçu finallere atsam yine olmayacağının da farkındayım; çünkü finaller sadece iki hafta sürdü. Evet, dürüst olmak gerekirse içimden hiçbir şey yazmak gelmedi. Yazacak bir şey bulamadım. Her ne kadar 2012'yi dolu dolu geçirmeye karar verdiysem de bu yılın ilk ayı yine sevdiğim çocuğun bana "kanka" demesini izleyerek ve bana dört yıldır kafayı takmış bi çocuğun her gün attığı "Buluşalım!!" mesajlarını redderek ve bir sürü proje yetiştirmeye çalışarak geçirdim. Neyseee şuanda yazmak istediğim çok şey var, dünyaya geri döndüm veee mutluyum o yüzden şimdi kahvemi yapacağım ve oturup 2012 yılının 2. yazısını yazmaya başlayacağım :) ve bu 1 aylık ara için de hepinizden özür dileriim!

30 Aralık 2011 Cuma

2012

Çok değerli 5 izleyicim ve bunu okuyan diğer herkes,

Şimdiden hepinizin yeni yılını kutlamak istedim :)

Şimdiye kadar hep bütün erkeklerin ne kadar odun olduğundan ya da yine yeni bir yıla sevgilisiz girecek olmamdan yakınıp durduğumun farkındayım. Üstelik bu sefer çok fena grip oldum ve kıpkırmızı bi burnum var. Yinede üstümdeki tüm bu lanet havadan kurtulmaya ve daha sempatik bir yazı yazmaya karar verdim.

Bence 2012 bizim yılımız olsun. Bu yıl içimizden ne geliyorsa, ne yapmak istiyorsak onu yapalım. Kısaca anı yaşayalım. Sevdiğimiz insan bizi sevmesede, evde kalacağımızdan emin olsakda, aşkta şanssız olduğumuza inansakda ya da hayatımızda o an kötü giden her ne varsa hepsini siktir edelim. Yani John C. Parkin'in "siktir et" felsefesini hayatımıza uygulayalım.

Şuanda çok klişe şeyler yazıyor olabilirim ama hayatın ne kadar değerli olduğunu çoğu zaman unutuyoruz. Ya da bizim yerimizde olabilmek için nelerini vermek isteyen insanlar olduğunu. Bizim sorunlarımıza sadece gülüp geçecek kadar önemli sorunları olan insanlar olduğunu. Çoğunlukla sadece kendi sorunlarımıza, kendi hayatımıza odaklanıyoruz ve dışarda olup bitenleri pek fazla göremiyoruz. Elimizdekilerin değerini bilemiyoruz. Bir de o açıyla her şeye baktığım zaman, şuanda 2012 ye sevgilim olmadan girecek olmam ya da eski sevgililerimden yediğim onca kazık çok saçma sapan bir sorun gibi geliyor.

Geçen gün kafamı ne kadar alakasız şeylere yorduğumu fark ettim mesela. Sürekli bir şeyler düşünüyorum. O bunu niye dedi, ay keşke şöyle deseydim, şöyle yapsaydım, böyle olsa daha mı iyi olurdu falan filan.. Kafam susmuyor resmen. Neyse ne yani olan olmuş bir kere. Bir şeyin üstünde çok fazla durmak kafamızı yormaktan, ileride bize bir kırışıklık daha kazandırmaktan başka hiçbir işe yaramaz aslında. O yüzden bu yıl "koyver gitsin" modunda takılmaya karar verdim. Bi kere geldim bu hayata ve bundan sonra salak insanların, salak olayların beni mutsuz etmesine izin vermeyeceğim.

Demek istediğim, hayatın bize ne zaman ne sunacağını bilmiyorum. Tek bildiğim ne zaman çok mutlu olsam ve "daha mükemmel gidemezdi her şey" desem hayat bunu fark ediyor ve tüm olayları yine boka sarmanın bir yolunu buluyor. Ama ben bu sefer ona sadece güleceğim ve hayatıma devam edeceğim. Bu yıl etrafımızdaki aptal insanları geri dönüşüm kutusuna falan atalım, ne bileyim ait olduğu ormana falan geri dönsünler ya da nereye giderse gitsinler ama kendimizden uzak tutalım. Enerjimizi sömürmelerine izin vermeyelim. Elimizdeki  her şeyin kıymetini bilelim ve ufak detaylara takılmayalım. Ve en önemlisi ne olursa olsun hayallerimizin peşinden gidelim, elbet bir gün bizden kaçmaktan yorulacaklar.

Umarım bu yıl hepimiz istediğimiz tüm yeni başlangıçlara, dilediğimiz her şeye kavuşuruz. Kutup Yıldızı hepinize harika bir yeni yıl diler! Kimsenin pozitif enerjinizi sömürmesine izin vermeyin! :)

29 Aralık 2011 Perşembe

"İnşallah evde kalırsın!"

"İnşallah evde kalırsın!"

İster inanın, ister inanmayın şu aralar sürekli bu bedduayı yiyorum. Hadi biri dedi tamam. Hadi ikinci biri daha dedi, hadi o da tamam. Ama üçüncü bir kişi de deyince artık yeter yani dimi!

Bütün olay istiklal caddesinde göç eden penguen sürüsü şeklindeki kalabalıktan sıyrılıp arkadaşıma ulaşma çabalarım arasında bi adamın bana broşür vermeye çalışmasıyla başladı. Aynı zamanda da "Beni bi 5 dakka dinler misiniz?" diyordu. O beş dakikanın her zaman yarım saat + bol miktarda ısrar haline dönüştüğünü bilen bir kutup yıldızı olarak acelem olduğunu söyledim -ki gerçektende acelem vardı, geç kalmıştım.- Adam arkamdan "Hadi yaaaaaa, nolucak 5 dakkaaa bi dinler misin, hadi bi dinlee." diyerek gelmeye devam etti. İkinci defa kibar bir şekilde özür diledim ve gerçekten acelem olduğunu söyledim. Bu sefer adam ne dedi dersiniz? "Evde kalırsın inşalaaaaaaah!!" diye bağırdı. Kutup yıldızının şokunu siz düşünün. Hadi bu gerçeği biliyorum; ama illa birinin bunu yüzüme vurmasına da gerek yok hani. Sonra o da bitmedi, adam gazını alamadı, "Bacaklarında selülitler çıksın, bütün saçların dökülsün inşallah!" dedi. Bu olayda hiçbir abartı yok, harfi harfine anlatıyorum yani o yüzden yaşadığım şoku siz düşünün. Hiç muhatap olmadım ve yoluma devam ettim. Daha da komiği, dönüşte arkadaşımla metroya yürürken yine o adamla karşılaştım ve bana "Köpük gibi kızsın(evet, iltifatta yaratıcılığın sonu yok.), bak ben çok seçiciyimdir ama sen çok güzelsin. Yarın yine bu saatte buraya gel, bak ben burda olucam." demez mi? Nası bi kafadasın arkadaşım sen? Kendimi metroya zor attım.

İkinci bedduamı ise çok sevgili mecidiyeköy kalabalığını yararak çok sevgili üniversiteme yetişme çabalarım arasında alarak güne güzel başladım. Yine broşür dağıtan ve "bi iki çift laf" söylemek isteyen elemanımız o kadar kalabalığın içinde yetişme çabaları içinde koşuşturan kutup yıldızını seçmişti. Ben "Üzgünüm, çok acelem var!" diyerek yanından uzaklaştım ve bu vatandaşımız arkamdan "İnşallah evde kalırsın!" diye bağırdı. Hayır, yani bu broşür satanlar arasında yeni bir trend falan mı yoksa bütün bunlar benim mi başıma geliyor? Nası bi tesadüf bu nedir yani bu evrenin beni bu gerçeğe önceden alıştıra alıştıra hazırlama şekli falan mı? Her neyse, bu sefer fazla üstünde durmadım, "tesadüf" dedim geçiştirdim, dersime girdim.

Üçüncü bedduama gelirsek, arkadaşımla yorgun argın dersten çıkmış metrobüse yürüyorduk. Yine böyle uzun saçlı bohem bir elemanımız elinde bir sürü broşür falan "Beni bir saniye dinler misiniz?" dedi. Tamam, bu sefer dinlemek için zamanımız vardı kabul ediyorum ama gerçekten çok yorgunduk hani böyle tam vize zamanı hayattan umudu kesmiş madur genç kıvamında yürüyoduk. O yüzden bu elemanımızı pek takamadık açıkcası. O da "Siz böyle yaparsanız evde kalırsınız benden söylemesi!" dedi. Bende sinirlendim "Biliyorum zaten evde kalıcağımı." dedim. O da "Bencede kalırsın zaten." dedi. Ya ama bu nedir yani broşür satan adamların "Evde Kal İnşallah Derneği" falan mı ne yani?

Kısacası, içten içe ileride evde 987491269826492754 tane kediyle, abuk sabuk bitki çayları yapıp duran, kendi kendine konuşan, saçlarını abuk sabuk bi renge boyatmış, tırlatmış ve evde kalmış bir teyze olacağımı tahmin etsem de bunu başkalarından duymak koyuyor ne yalan söyleyeyim. Böyle şeyler de hep beni bulur zaten.

Neyse herkes böyle yeniyıl havasına girmişken böyle lanet lanet yazılarımla insanları sıkmak istemezdim. Bi tek ben giremedim o havaya zaten. Yenıyıla sevgilisiz girmem yetmezmiş gibi bir de grip oldum. Yinede pozitif enerjimizi koruyalım. Evet. Şuanda bu yazının nereye gittiğini kestiremiyorum o yüzden sanırım söyleyeceklerim bu kadardı.

Bütün bu beddualara inat bende "Umarım Evde Kalmayız Derneği"ni kuruyorum. Var mı?

24 Aralık 2011 Cumartesi

Üzerine çizik atılmış hayallerim

" 'Hayal' in üzerine bir çizik atınca 'hayat' olur. "
Geçen gün eski günlüklerimi okuyordum. Yıllar önce yazdığım bir yazıyı buldum. Tam bir Juliet'mişim heralde. Buraya o yazıyı aktarmak istedim, resmen aşk için yanıp tutuşan küçük bir kız. Bir sürü hayalim varmış. Onları kimler almış?

"Şu dünyayı katlanabilir kılan, her türlü durumda yüzüme gülümseme kondurmayı başaran üç sihirli harf var benim için. Hatta bu harfler o kadar özel ki, onlara ulaştığımda dünyada sihire en yakın olan tek şeye tanık olacağıma inanıyorum.

Bu üç harf sanki gökyüzünde asılı üç parlak yıldız gibi karanlık bir geceden kalan. Elimi uzattığımda sanki dokunacakmışım gibi gelen; ama aslında tahmin edemeyeceğim kadar uzak olan. Belki de kimsenin ulaşamayacağı kadar uzak. Bana büyülü gelen bu üç harf birleştiğinde ya "aşk" oluyor ya da "sen". Ama ne fark eder ki? İkisi de aynı anlama geliyor ve aynı derecede uzaklar bana; aynı derecede belirsizler, aynı derecede kafamı karıştırıyorlar.

Gerçek aşkı sadece masallarda duydum ben. Ya da filmlerde gördüm, Romeo&Juliet'te okudum. Ama hiçbir zaman olmadı ki gerçekten birbirine aşık olan iki insanla karşılaştım. Hiçbir zaman olmadı ki, o masallardaki gibi sonsuz mutluluğa kavuşanı gördüm. Ama bildiğim bir şey var ki; eğer varsa öyle biri, yalnızca "bir" tane var bu dünyada. Ve kocaman bir dünyada sayılamayacak kadar fazla insanın arasından seni bulmak; yağan yağmurda tüm yağmur taneciklerini saymaya çalışmak gibi. Yani, imkansız.

Her gece kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum ve dilek yıldızımdan seni diliyorum. Her batan güneşten gittiği yerden seni getirmesini diliyorum. Çünkü biliyorum ki, bu dünya sensiz gitgide daha çekilmez olacak. Güneş bana gülümsemeyi bırakacak. Biliyorum ki en sonunda bedenim sensiz olmaya dayanamayacak. Ama söyle bana, nasıl bulabilirim ki hayatımda hiç görmediğim gerçek aşkımı? Nasıl sağlayabilirim ki yanıma gelmeni, bir daha asla gitmemeni..

En azından bildiğim bir şey var ki; eğer bulursam seni, eğer karşılaşırsak bir gün, emin olabileceğim onun "sen" olduğuna, gerçek "aşk"ı bulduğuma. Çünkü gözlerimizin buluştuğu ilk anda gerçek bir aşk yazılacak gökyüzündeki yıldızlara. O anda bir yıldız kayacak gökyüzünde, kıpkırmızı bir gül açacak güneşin ışıltıları altında. Biliyorum ki o andan itibaren hiçbir zaman yalnız kalmayacağım. Senin kollarının arasında asla, hiçbir şeyden korkmayacağım. Mutluluğumuz yazılacak altın kitaplara, kelimelere dökülemeyen aşkımız konuşulacak beyaz güvercinlerin arasında.

O büyülü ana kavuşmayı o kadar çok istiyorum ki.. Sana kavuşabilmeyi o kadar çok arzuluyorum ki.. Ve seni daha tanımasam, görmesem bile inan kalbim sadece seni istiyor ve seni özlüyorum. Bil ki sevgilim, olur da kavuşamazsak yarım bir kalp bırakacağım arkamda. Ve bil ki, seni beklemekten vazgeçmeyeceğim asla. Her ne kadar belirsiz geleceğimiz korkutsa da beni, cesaretle duracağım karanlıkta, belki bir gün gelir de aydınlatırsın diye aşkınla.."

Evet. Yıllar geçti, sonra noldu? Hayat da aşk da ağzıma sıçtı. Siz siz olun, bulaşmayın böyle işlere.

15 Aralık 2011 Perşembe

Bir PTT akşamı daha yaklaşıyor

"Yılbaşında napıyosun?"

Bu soruyu artık herkesden duymaya başladığıma göre, 2012 ye az kaldı.
İnsanların bu soruya çeşitli cevapları oluyor: "Abiii gecelere akıcaz yiaaaa", "Ayy arkadaşlarım parti falan yapıyolaaaar, hangisine gitsem bilemedim yaneee.", "Bilmem ki abi, napak?", "O bar beniim, bu bar senin kankaa yiaaa;)", "Sabahlara kadar koooop kooop!", "Evimde parti var, isteyen gelir millet!"

Şimdiye kadar buna benzer çeşitli "cool" cevaplar duydum. Allah aşkına hiç evinde sap sap oturucak yok mu güzel kardeşlerim ya!

Size kutup yıldızının, yani benim, planımı söylüyorum: PTT. Bu terimi daha önce duymamış olan, ve "Ptt? O ne laaa yılbaşını postanede mi geçiricen" şeklinde espri yapmaya çalışan arkadaşlarımız da yok değil hani. Kafasında hala böyle soru işaretleri oluşan elemanlarımız için söylüyorum: "Pijama Terlik Televizyon." yani PTT.

Kutup yıldızının bütün yılbaşı akşamları hep aynı geçti. Önce ailesiyle veya arkadaşlarıyla bir akşam yemeği yer, sonra babaannesine gider, orda küçücük eve sığmaya çalışan bütün sülalenin (abartı yok) arasında ezilmemeye çalışır, küçük kuzenlerinin tepesinde bağırıp çağırıp saçlarını çekiştirip durmasına katlanır, insanları ilginç ve eğlenceli kılmak adına bol miktarda şarap içer, gelen hediyeleri açar ve hepsinin inanılmaz derecede iğrenç olduğu gerçeğine rağmen "İnanmıyoruum! Çoook güzeel! Nası da bildin, kaç zamandır istiyoduum." şeklinde tepkiler verir ve bunların inandırıcı olmasına özen gösterir,  sonra eve geri döner, ailesiyle saatin 12 olmasını beklerler, yeni yıl kutlanır, iyi dilekler dilenir ve yatılır.

Şikayetçi miyim? Aslında hayır; çünkü ailemi her şekilde seviyorum. Ama allahın her yılbaşısı da sap mı geçirilir ya?! Bana bunu açıklayın. Şimdiye kadar hiçbir yılbaşında sevgilim olmadı. Ve mutlu çiftlerin öpüşerek yeni yıla girmelerini izlememek için genellikle partilerden uzak durdum. Saçımı başımı çekiştiren küçük kuzenlere katlanmayı mutlu aşıklar tablosuna tercih ederim.

Evet, 2012 kutlamalarına gelirsek, bu yıl yukardaki tüm kargaşaya da son verip sadece ve sadece evde kalıp ezik ayıcıklı pijamalarım, pelüş köpekli terliklerim, geyik boynuzu şeklinde tacım ve dağınık boktan topuzumla önüme gelen her şeyi yemek, 938792697529 kalori almak ve televizyon izlemek istiyorum. Bu rezil duruma birkaç ay önce odun bir sevgili tarafından terk edilen en yakın arkadaşımı da dahil ettiğim için tam sevinirken, bugün beni arayıp planlarının değiştiğini ve babasıyla yemeğe çıkacağını söylemesi, durumu daha da çaresiz kıldı. Görünen o ki, yeni yıla bırak sevgiliyle girmeyi, arkadaşımla bile giremeyeceğim.

Neyse, en azından yılbaşı akşamı bütün bunları yaparken yeryüzündeki tüm erkeklerin tam bir hıyar olduğu gerçeğinden kendimi vazgeçirmeye çalışacağım ve yeni yıldan yine adam gibi bir adam, adam gibi bir aşk dileyeceğim.

Umarım 2012 ağaçtan insan olmayı başaramamış, hep odun kalmış erkeklerimize bir yardım eli uzatır. Umarım hepimiz istediğimiz o yeni başlangıçlara, yeni aşklara sahip oluruz.
Not: Hani hediye olarak bir biscolata erkeği gelse, fena olmaz yani de neyse.
Şimdiden hepinize iyi seneleer:)