30 Aralık 2011 Cuma

2012

Çok değerli 5 izleyicim ve bunu okuyan diğer herkes,

Şimdiden hepinizin yeni yılını kutlamak istedim :)

Şimdiye kadar hep bütün erkeklerin ne kadar odun olduğundan ya da yine yeni bir yıla sevgilisiz girecek olmamdan yakınıp durduğumun farkındayım. Üstelik bu sefer çok fena grip oldum ve kıpkırmızı bi burnum var. Yinede üstümdeki tüm bu lanet havadan kurtulmaya ve daha sempatik bir yazı yazmaya karar verdim.

Bence 2012 bizim yılımız olsun. Bu yıl içimizden ne geliyorsa, ne yapmak istiyorsak onu yapalım. Kısaca anı yaşayalım. Sevdiğimiz insan bizi sevmesede, evde kalacağımızdan emin olsakda, aşkta şanssız olduğumuza inansakda ya da hayatımızda o an kötü giden her ne varsa hepsini siktir edelim. Yani John C. Parkin'in "siktir et" felsefesini hayatımıza uygulayalım.

Şuanda çok klişe şeyler yazıyor olabilirim ama hayatın ne kadar değerli olduğunu çoğu zaman unutuyoruz. Ya da bizim yerimizde olabilmek için nelerini vermek isteyen insanlar olduğunu. Bizim sorunlarımıza sadece gülüp geçecek kadar önemli sorunları olan insanlar olduğunu. Çoğunlukla sadece kendi sorunlarımıza, kendi hayatımıza odaklanıyoruz ve dışarda olup bitenleri pek fazla göremiyoruz. Elimizdekilerin değerini bilemiyoruz. Bir de o açıyla her şeye baktığım zaman, şuanda 2012 ye sevgilim olmadan girecek olmam ya da eski sevgililerimden yediğim onca kazık çok saçma sapan bir sorun gibi geliyor.

Geçen gün kafamı ne kadar alakasız şeylere yorduğumu fark ettim mesela. Sürekli bir şeyler düşünüyorum. O bunu niye dedi, ay keşke şöyle deseydim, şöyle yapsaydım, böyle olsa daha mı iyi olurdu falan filan.. Kafam susmuyor resmen. Neyse ne yani olan olmuş bir kere. Bir şeyin üstünde çok fazla durmak kafamızı yormaktan, ileride bize bir kırışıklık daha kazandırmaktan başka hiçbir işe yaramaz aslında. O yüzden bu yıl "koyver gitsin" modunda takılmaya karar verdim. Bi kere geldim bu hayata ve bundan sonra salak insanların, salak olayların beni mutsuz etmesine izin vermeyeceğim.

Demek istediğim, hayatın bize ne zaman ne sunacağını bilmiyorum. Tek bildiğim ne zaman çok mutlu olsam ve "daha mükemmel gidemezdi her şey" desem hayat bunu fark ediyor ve tüm olayları yine boka sarmanın bir yolunu buluyor. Ama ben bu sefer ona sadece güleceğim ve hayatıma devam edeceğim. Bu yıl etrafımızdaki aptal insanları geri dönüşüm kutusuna falan atalım, ne bileyim ait olduğu ormana falan geri dönsünler ya da nereye giderse gitsinler ama kendimizden uzak tutalım. Enerjimizi sömürmelerine izin vermeyelim. Elimizdeki  her şeyin kıymetini bilelim ve ufak detaylara takılmayalım. Ve en önemlisi ne olursa olsun hayallerimizin peşinden gidelim, elbet bir gün bizden kaçmaktan yorulacaklar.

Umarım bu yıl hepimiz istediğimiz tüm yeni başlangıçlara, dilediğimiz her şeye kavuşuruz. Kutup Yıldızı hepinize harika bir yeni yıl diler! Kimsenin pozitif enerjinizi sömürmesine izin vermeyin! :)

29 Aralık 2011 Perşembe

"İnşallah evde kalırsın!"

"İnşallah evde kalırsın!"

İster inanın, ister inanmayın şu aralar sürekli bu bedduayı yiyorum. Hadi biri dedi tamam. Hadi ikinci biri daha dedi, hadi o da tamam. Ama üçüncü bir kişi de deyince artık yeter yani dimi!

Bütün olay istiklal caddesinde göç eden penguen sürüsü şeklindeki kalabalıktan sıyrılıp arkadaşıma ulaşma çabalarım arasında bi adamın bana broşür vermeye çalışmasıyla başladı. Aynı zamanda da "Beni bi 5 dakka dinler misiniz?" diyordu. O beş dakikanın her zaman yarım saat + bol miktarda ısrar haline dönüştüğünü bilen bir kutup yıldızı olarak acelem olduğunu söyledim -ki gerçektende acelem vardı, geç kalmıştım.- Adam arkamdan "Hadi yaaaaaa, nolucak 5 dakkaaa bi dinler misin, hadi bi dinlee." diyerek gelmeye devam etti. İkinci defa kibar bir şekilde özür diledim ve gerçekten acelem olduğunu söyledim. Bu sefer adam ne dedi dersiniz? "Evde kalırsın inşalaaaaaaah!!" diye bağırdı. Kutup yıldızının şokunu siz düşünün. Hadi bu gerçeği biliyorum; ama illa birinin bunu yüzüme vurmasına da gerek yok hani. Sonra o da bitmedi, adam gazını alamadı, "Bacaklarında selülitler çıksın, bütün saçların dökülsün inşallah!" dedi. Bu olayda hiçbir abartı yok, harfi harfine anlatıyorum yani o yüzden yaşadığım şoku siz düşünün. Hiç muhatap olmadım ve yoluma devam ettim. Daha da komiği, dönüşte arkadaşımla metroya yürürken yine o adamla karşılaştım ve bana "Köpük gibi kızsın(evet, iltifatta yaratıcılığın sonu yok.), bak ben çok seçiciyimdir ama sen çok güzelsin. Yarın yine bu saatte buraya gel, bak ben burda olucam." demez mi? Nası bi kafadasın arkadaşım sen? Kendimi metroya zor attım.

İkinci bedduamı ise çok sevgili mecidiyeköy kalabalığını yararak çok sevgili üniversiteme yetişme çabalarım arasında alarak güne güzel başladım. Yine broşür dağıtan ve "bi iki çift laf" söylemek isteyen elemanımız o kadar kalabalığın içinde yetişme çabaları içinde koşuşturan kutup yıldızını seçmişti. Ben "Üzgünüm, çok acelem var!" diyerek yanından uzaklaştım ve bu vatandaşımız arkamdan "İnşallah evde kalırsın!" diye bağırdı. Hayır, yani bu broşür satanlar arasında yeni bir trend falan mı yoksa bütün bunlar benim mi başıma geliyor? Nası bi tesadüf bu nedir yani bu evrenin beni bu gerçeğe önceden alıştıra alıştıra hazırlama şekli falan mı? Her neyse, bu sefer fazla üstünde durmadım, "tesadüf" dedim geçiştirdim, dersime girdim.

Üçüncü bedduama gelirsek, arkadaşımla yorgun argın dersten çıkmış metrobüse yürüyorduk. Yine böyle uzun saçlı bohem bir elemanımız elinde bir sürü broşür falan "Beni bir saniye dinler misiniz?" dedi. Tamam, bu sefer dinlemek için zamanımız vardı kabul ediyorum ama gerçekten çok yorgunduk hani böyle tam vize zamanı hayattan umudu kesmiş madur genç kıvamında yürüyoduk. O yüzden bu elemanımızı pek takamadık açıkcası. O da "Siz böyle yaparsanız evde kalırsınız benden söylemesi!" dedi. Bende sinirlendim "Biliyorum zaten evde kalıcağımı." dedim. O da "Bencede kalırsın zaten." dedi. Ya ama bu nedir yani broşür satan adamların "Evde Kal İnşallah Derneği" falan mı ne yani?

Kısacası, içten içe ileride evde 987491269826492754 tane kediyle, abuk sabuk bitki çayları yapıp duran, kendi kendine konuşan, saçlarını abuk sabuk bi renge boyatmış, tırlatmış ve evde kalmış bir teyze olacağımı tahmin etsem de bunu başkalarından duymak koyuyor ne yalan söyleyeyim. Böyle şeyler de hep beni bulur zaten.

Neyse herkes böyle yeniyıl havasına girmişken böyle lanet lanet yazılarımla insanları sıkmak istemezdim. Bi tek ben giremedim o havaya zaten. Yenıyıla sevgilisiz girmem yetmezmiş gibi bir de grip oldum. Yinede pozitif enerjimizi koruyalım. Evet. Şuanda bu yazının nereye gittiğini kestiremiyorum o yüzden sanırım söyleyeceklerim bu kadardı.

Bütün bu beddualara inat bende "Umarım Evde Kalmayız Derneği"ni kuruyorum. Var mı?

24 Aralık 2011 Cumartesi

Üzerine çizik atılmış hayallerim

" 'Hayal' in üzerine bir çizik atınca 'hayat' olur. "
Geçen gün eski günlüklerimi okuyordum. Yıllar önce yazdığım bir yazıyı buldum. Tam bir Juliet'mişim heralde. Buraya o yazıyı aktarmak istedim, resmen aşk için yanıp tutuşan küçük bir kız. Bir sürü hayalim varmış. Onları kimler almış?

"Şu dünyayı katlanabilir kılan, her türlü durumda yüzüme gülümseme kondurmayı başaran üç sihirli harf var benim için. Hatta bu harfler o kadar özel ki, onlara ulaştığımda dünyada sihire en yakın olan tek şeye tanık olacağıma inanıyorum.

Bu üç harf sanki gökyüzünde asılı üç parlak yıldız gibi karanlık bir geceden kalan. Elimi uzattığımda sanki dokunacakmışım gibi gelen; ama aslında tahmin edemeyeceğim kadar uzak olan. Belki de kimsenin ulaşamayacağı kadar uzak. Bana büyülü gelen bu üç harf birleştiğinde ya "aşk" oluyor ya da "sen". Ama ne fark eder ki? İkisi de aynı anlama geliyor ve aynı derecede uzaklar bana; aynı derecede belirsizler, aynı derecede kafamı karıştırıyorlar.

Gerçek aşkı sadece masallarda duydum ben. Ya da filmlerde gördüm, Romeo&Juliet'te okudum. Ama hiçbir zaman olmadı ki gerçekten birbirine aşık olan iki insanla karşılaştım. Hiçbir zaman olmadı ki, o masallardaki gibi sonsuz mutluluğa kavuşanı gördüm. Ama bildiğim bir şey var ki; eğer varsa öyle biri, yalnızca "bir" tane var bu dünyada. Ve kocaman bir dünyada sayılamayacak kadar fazla insanın arasından seni bulmak; yağan yağmurda tüm yağmur taneciklerini saymaya çalışmak gibi. Yani, imkansız.

Her gece kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum ve dilek yıldızımdan seni diliyorum. Her batan güneşten gittiği yerden seni getirmesini diliyorum. Çünkü biliyorum ki, bu dünya sensiz gitgide daha çekilmez olacak. Güneş bana gülümsemeyi bırakacak. Biliyorum ki en sonunda bedenim sensiz olmaya dayanamayacak. Ama söyle bana, nasıl bulabilirim ki hayatımda hiç görmediğim gerçek aşkımı? Nasıl sağlayabilirim ki yanıma gelmeni, bir daha asla gitmemeni..

En azından bildiğim bir şey var ki; eğer bulursam seni, eğer karşılaşırsak bir gün, emin olabileceğim onun "sen" olduğuna, gerçek "aşk"ı bulduğuma. Çünkü gözlerimizin buluştuğu ilk anda gerçek bir aşk yazılacak gökyüzündeki yıldızlara. O anda bir yıldız kayacak gökyüzünde, kıpkırmızı bir gül açacak güneşin ışıltıları altında. Biliyorum ki o andan itibaren hiçbir zaman yalnız kalmayacağım. Senin kollarının arasında asla, hiçbir şeyden korkmayacağım. Mutluluğumuz yazılacak altın kitaplara, kelimelere dökülemeyen aşkımız konuşulacak beyaz güvercinlerin arasında.

O büyülü ana kavuşmayı o kadar çok istiyorum ki.. Sana kavuşabilmeyi o kadar çok arzuluyorum ki.. Ve seni daha tanımasam, görmesem bile inan kalbim sadece seni istiyor ve seni özlüyorum. Bil ki sevgilim, olur da kavuşamazsak yarım bir kalp bırakacağım arkamda. Ve bil ki, seni beklemekten vazgeçmeyeceğim asla. Her ne kadar belirsiz geleceğimiz korkutsa da beni, cesaretle duracağım karanlıkta, belki bir gün gelir de aydınlatırsın diye aşkınla.."

Evet. Yıllar geçti, sonra noldu? Hayat da aşk da ağzıma sıçtı. Siz siz olun, bulaşmayın böyle işlere.

15 Aralık 2011 Perşembe

Bir PTT akşamı daha yaklaşıyor

"Yılbaşında napıyosun?"

Bu soruyu artık herkesden duymaya başladığıma göre, 2012 ye az kaldı.
İnsanların bu soruya çeşitli cevapları oluyor: "Abiii gecelere akıcaz yiaaaa", "Ayy arkadaşlarım parti falan yapıyolaaaar, hangisine gitsem bilemedim yaneee.", "Bilmem ki abi, napak?", "O bar beniim, bu bar senin kankaa yiaaa;)", "Sabahlara kadar koooop kooop!", "Evimde parti var, isteyen gelir millet!"

Şimdiye kadar buna benzer çeşitli "cool" cevaplar duydum. Allah aşkına hiç evinde sap sap oturucak yok mu güzel kardeşlerim ya!

Size kutup yıldızının, yani benim, planımı söylüyorum: PTT. Bu terimi daha önce duymamış olan, ve "Ptt? O ne laaa yılbaşını postanede mi geçiricen" şeklinde espri yapmaya çalışan arkadaşlarımız da yok değil hani. Kafasında hala böyle soru işaretleri oluşan elemanlarımız için söylüyorum: "Pijama Terlik Televizyon." yani PTT.

Kutup yıldızının bütün yılbaşı akşamları hep aynı geçti. Önce ailesiyle veya arkadaşlarıyla bir akşam yemeği yer, sonra babaannesine gider, orda küçücük eve sığmaya çalışan bütün sülalenin (abartı yok) arasında ezilmemeye çalışır, küçük kuzenlerinin tepesinde bağırıp çağırıp saçlarını çekiştirip durmasına katlanır, insanları ilginç ve eğlenceli kılmak adına bol miktarda şarap içer, gelen hediyeleri açar ve hepsinin inanılmaz derecede iğrenç olduğu gerçeğine rağmen "İnanmıyoruum! Çoook güzeel! Nası da bildin, kaç zamandır istiyoduum." şeklinde tepkiler verir ve bunların inandırıcı olmasına özen gösterir,  sonra eve geri döner, ailesiyle saatin 12 olmasını beklerler, yeni yıl kutlanır, iyi dilekler dilenir ve yatılır.

Şikayetçi miyim? Aslında hayır; çünkü ailemi her şekilde seviyorum. Ama allahın her yılbaşısı da sap mı geçirilir ya?! Bana bunu açıklayın. Şimdiye kadar hiçbir yılbaşında sevgilim olmadı. Ve mutlu çiftlerin öpüşerek yeni yıla girmelerini izlememek için genellikle partilerden uzak durdum. Saçımı başımı çekiştiren küçük kuzenlere katlanmayı mutlu aşıklar tablosuna tercih ederim.

Evet, 2012 kutlamalarına gelirsek, bu yıl yukardaki tüm kargaşaya da son verip sadece ve sadece evde kalıp ezik ayıcıklı pijamalarım, pelüş köpekli terliklerim, geyik boynuzu şeklinde tacım ve dağınık boktan topuzumla önüme gelen her şeyi yemek, 938792697529 kalori almak ve televizyon izlemek istiyorum. Bu rezil duruma birkaç ay önce odun bir sevgili tarafından terk edilen en yakın arkadaşımı da dahil ettiğim için tam sevinirken, bugün beni arayıp planlarının değiştiğini ve babasıyla yemeğe çıkacağını söylemesi, durumu daha da çaresiz kıldı. Görünen o ki, yeni yıla bırak sevgiliyle girmeyi, arkadaşımla bile giremeyeceğim.

Neyse, en azından yılbaşı akşamı bütün bunları yaparken yeryüzündeki tüm erkeklerin tam bir hıyar olduğu gerçeğinden kendimi vazgeçirmeye çalışacağım ve yeni yıldan yine adam gibi bir adam, adam gibi bir aşk dileyeceğim.

Umarım 2012 ağaçtan insan olmayı başaramamış, hep odun kalmış erkeklerimize bir yardım eli uzatır. Umarım hepimiz istediğimiz o yeni başlangıçlara, yeni aşklara sahip oluruz.
Not: Hani hediye olarak bir biscolata erkeği gelse, fena olmaz yani de neyse.
Şimdiden hepinize iyi seneleer:)

12 Aralık 2011 Pazartesi

"Kadınlar koala gibiler, her zaman sarılacak bir odun buluyorlar."

Düzgün erkekleri kendimden uzaklaştırmak ya da nerede odun, hödük, ayı vs. varsa kendime çekmek gibi bir özelliğim var. Geçen gün bir söz okudum, sanki benim için yazılmış: "Kadınlar koala gibiler, her zaman sarılacak bir odun buluyorlar."

Benim odunlara sarılma maceram ilk sevgilimden ayrıldıktan sonra başladı. Baya bir beddua etmiş bana heralde. Hani yok yani annem bile artık evde kalacağıma inanıyorsa bu işte bir şey vardır arkadaş!

Bu ölesiye sevdiğim çocuktan ayrıldıktan sonra (yine yaptığım salaklıklar yüzünden oldu bu, diyorum ya nerede düzgün erkek varsa kendimden uzaklaştırmak konusunda ustayım.) baya bir depresyona girdim. Her akşam ağlamaktan gözüm çıktı, abuk sabuk farklı accountlar açıp onu face'den eklemeye başladım, gizli numaralardan aradım bu sefer "allahıııııııııım sesini duydum" diye zırıldadım falan filan. Tam bir psikopat yani. Neyse. Sonuç olarak psikolojim düzeldiğinde aradan 1 yıl geçmişti. Ve kararlarım kesin ve netti: Bütün erkekler odun, aşk ne lan aşk diye bişey yok, "aha bak kıza sarılıyo! iki gün sonra terkedicek kızım seniiii, haberin yok!!", sevgili de neymiş, siz salak mısınız, o seni sevmiyo gerizekalııııı.... şeklinde giden sevgi dolu fikirler, cümleler vs.

Böyle günler geçti gitti bir gün bi baktım çocuğun teki bana kör kütük aşık olmuuuuuş. Dedim olmaz, ben bunu sevemem. Bi yandanda düşünüyorum: Kızım bu iyi çocuk, daha iyisini bulamazsın, içi dışı bir. Seni üzmez. "Olur, olmaz" ikilemlerinde gidip gidip gelirken bi akşam kendimi bu çocukla öpüşürken buldum. Bravo kutup yıldızı, bravo. Ben daha çocuğu sevip sevmediğime karar vermemişim, o bana "seni çok seviyorum aşkııım" diye mesaj atıyor. Sıçtım, sıvayayım dedim heralde, birden sevgili olduk. İçim içimi yedi, hödükgillerden biri haline geldim, çocuğa karşı hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim, bir türlü söyleyemedim falan filan. Bütün erkeklerin odun olduğuna karar vermiş bir kız olarak bu sefer tam bir odun örneği olan ben oldum yani. İyi kalpli, düzgün bir çocuk ya, sevemedim. İlla tam bi hıyar olması gerek sevmem için. En sonunda ayrıldık tabii.

"Gözlerin çok güzel, biliyorsun değil mi?" -"Türkiyedeki hemen hemen herkesin gözü kahverengi.." (Bunu diyen gerizekalı ben oluyorum) Ama karşımda bana sıkı sıkı sarılmış olan vatandaş romantikliğine devam ediyor. "Hayır hayır, gözlerindeki ifadelerden bahsediyorum. Çok tatlısın." Bu sefer fısıldıyor. Ve kutup yıldızı yine, "allahıım aşık mı oluyorum" havalarına giriyor. Bu karşımızdaki eleman ise bir değişim öğrencisi ve ispanyol. Ötesi var mı bana söyleyin. Bence yok. Üstelik bu adam benle konuşurken gözlerimin içine bakıyor, beni tutkuyla öpüyor, "üşüdüm" dediğimde "bende" diyen gerizekalı insanların aksine ısıtmak için bana sarılıyor ve sürekli bana güzel sözler söylüyor. Ve bu adam bir gün hoşçakal demeden ve gideceğini haber bile vermeden ülkeyi terk ediyor. Arkada kalan ezik kutup yıldızı da iki gün telefonlarına cevap vermeyen bu elemanın facebook sayfasından ülkesine döndüğünü görüyor. Kısaca bu adam beni kullanıyor. Pis salatalık. Kereste. Bok ye.
Bu yukarıdaki tam bir odun, hıyar vs örneğidir, onu neden sevdiğime şaşmamalı. Ama nedense bu sefer olay çok normal geliyor ve ben hayatıma devam ediyorum.

Daha sonra, yazın, sahile doğru yürürken karşıdan süper yakışıklı bir sarışının biscolata erkeği edasıyla bana doğru geldiğini fark etmemle bütün hayatım değişecek zannettim. Bu biscolata erkeğimiz, o muhteşem saçlara, muhteşem vücuda, muhteşem gülümsemeye sahipti ve en önemlisi bana gülümsüyordu. "yoh laaa kesin arkadan bi rus mus falan bişey geçiyodur ona bakıyodur" dediysemde yok yani bildiğin gözlerimin içine bakıyodu. Daha sonra bu eleman, ben ne zaman odaya çıkmak için kalksam benle aynı asansöre binmek için arkadaki bütün insanları ezip geçip yanıma gelen, her dakka benle konuşmayı fırsat bilen, sürekli bana şirin şirin gülümseyen muhteşem bir insana dönüştü. Ben, yine salak eleman olarak akşam güzel olayım diye aynanın karşısında bir hayli vakit geçirdikten sonra aşağı indiğimde yine aynı biscolata erkeğimizin bu sefer yüzüme bile bakmadığını görünce şok geçirdim. Bu küçük çaplı şoku yaşadıktan sonra bir de bakayım aha yanında kartlaşmış, tipsiz, mezarlık bekçisi edasıyla lanet kedi gözlerini sinirle kısarak bana doğru bakan sarışın bir kız! Yüzümdeki salak gülümsemenin anında silindiğini söylememe gerek yok sanırım. Sonradan anladım ki, biscolata erkeğimiz zaten otele bu sarışın kızla gelmiş. Sevgililermiş! Ve buna rağmen bütün tatil boyunca peşimde koşturup adımı falan öğrenmeye çalıştı, gizli gizli buluşmayı falan önerdi. Yok artık. Koleksiyon falan yapıyor heralde arkadaş. Kısaca kızlar, her biscolata erkeğine güven olmaz.

"Her güzel şey bir odunlukla bitermiş, aşk nerde hıyar varsa onu sevmekmiş." sözümle bu yazıya bir son vermek istiyorum; çünkü benim, yani kutup yıldızının "hıyar" insanlar dışında birini sevme kabiliyeti yok ve hayatımdaki erkeklerle ilgili olaylar da aynen bu şekilde gitmeye devam ediyor. Bir ara bir "friends with benefits" olayına karışayım dedim, şimdi çocuk psikopata bağladı beni bırakmıyo, şuanda sevdiğim çocuk dün bana "kanka" dedi, dakka başı beni arayıp duran dört yıldır kafayı sadece benimle bozmuş manyak bi elemanımız var falan filan işte.
Anlayacağınız, aşk beni sevemedi; elinde kalmış ne kadar psikopat varsa bana yolluyor.
Daha az odun, daha fazla aşk dolu bir hayat dileğiyle..

11 Aralık 2011 Pazar

türklere özgü davranışlar

Bugün twitter da "türklere özgü davranışlar" trend topic olmuşdu da çok güldüm. Tam filmi çekilesi bi toplumuz aslında. Şuanda aklıma bir dolu tipik Türk davranışı geliyor ve birkaçını yazmazsam rahat edemeyeceğim.

Eğer uzakta böyle bir ordu halinde insan yığını görüyorsanız, bilinki birine bir şey olmuş yerde yatıyor. Haydiii.. "Abi sen golundan tut ben bacahlarından, galdırırık" diyen mi dersin, "Yavrum öyle olmaz böyle olur." diye bir ağızdan farklı şeyler anlatarak öğüt vermeye çalışanlar mi dersin, adamcağızın/kadıncağızın kolundan bacağından çekiştirip yardım etme amaçlı; fakat son derece amaçsız hareketlerde bulunanlar mı dersin yoksa orda öylece kollarını arkasına kavuşturmuş olayı izleyenler mi.. Birden olay devlet meselesi haline gelir ve Türk insanı orada yerde yatan adamı iyileştirmeyi görev bilir. Abicim bi telefon açıp ambulans falan çağırsan, iki dakka adam gibi başında dursan yeter ya, adamın iyileşeceği varsa da sağdan soldan çekiştirilmekten daha da beter oluyor!

Şimdi bir de yukarıdaki yardımsever vatandaşı metrobüs beklerken incelemek gerek. Adamın tek bir hedefi var: Oturacak yer bulmak. Bu vatandaş, metrobüs daha yaklaşmadan pusuya yatmış yırtıcı hayvan edasıyla gözlerini kısar, hedefe odaklanır: Metrobüs kapısı. O an o adamın sağında solunda önünde ne tarafındaysanız çekilin abicim, yoksa o adam sizi ezer geçer. Sonra yok hastanelik olmuşunuz, yok kafanızı çarpmışınız, yok kolunuz ezilmiş.. Yerde kalakalırsınız, bu elemanlar sizin üstünüzden basar geçer. Demedi demeyin.

"Kimoooo?" -"Ben!"
Sen kimsin kardeşim? "Kim o?" sorusuna "Ben." diye cevap veren tek toplum biz miyiz acaba? Ve sesi iki saniye içinde analiz etme yeteneğine sahip olan evdeki vatandaş, bu "ben" in kim olduğunu anında anlaar ve otomatiğe basar. Bizim "Ben" imiz yukarı çıkar ve sıcak bi gülümsemeyle "Evde miydiiin?" der. Yok, değildim.
Bunun çeşitli versiyonları da var tabii. Mesela evdeki eleman "Geldin mi?" diye sorar. Yok bacı gelmedi, bu karşındaki görsel ikizi. Onu yolladım bir değişiklik olsun diye.

Evinin kadını bakkala kızartmalık yağ almaya gider. "Kızartmalık yağ var mı?" -"Yok." -"Hiç mi yok?"
Aslında var biraz da, biz çaktırmıyoruz. "Hiç mi yok?" diyerek olmayan bir şeyi umutsuzca var etme çabası, olaya inanamamak vs. Bir şeye yok dendi mi, karşındaki Türkse birkaç defa bundan emin olmak isteyecektir. O yüzden "Hiç mi yok?" sorusuna hazırlıklı olalım.

Ev telefonu çalar. "Alo?" -"Evde misin?"
Sözün bittiği nokta. Yok ben dışardan ev telefonuyla konuşuyorum artık. Yani ne desem bilemedim.

Herhangi bir çekim sırasında, arkada el kol sallayan, çeşitli anlamsız hareketlerde bulunarak sırıtıp duran ve dikkat çekebilmek kendini paralayan bir varlık görüyorsanız, bu kesinlikle televizyona çıkıp ünlü olma hayalleri kuran, yada sadece "Abiiii bah televizyona çıhtım lann" diye hava atmak gibi fantazileri olan yada sadece kamera gördüğünde bunları yapmaya programlanmış bir Türk vatandaşımızdır. Bu kadar uğraştan sonra gameraya çıhamayan madur genç, bir süre üzüldükten sonra kendini başka uğraşlara verir.

Bu yazı böyle devam edebilir; çünkü biz hakkaten üzerinde baya bir araştırma yapılması gereken ilginç insanlarız. Ama yinede bence biz böyle ilginciyle, meraklısıyla, agresifiyle, sorunlusuyla, yardımseveriyle bir bütünüz yani. Bir
Türk dayanışmamız var zaten, başka hiçbir ülkenin insanında olduğunu zannetmiyorum. Eh, ne mutlu Türk'üm diyene o zaman :)

10 Aralık 2011 Cumartesi

ilk aşk

Hani ilk aşklar farklıdır, bir daha asla öyle olmaz derler ya, eskiden inanmazdım. Şimdi düşünüyorum da, ben senden sonra sevememişim ki kimseyi adam gibi. Kimse yaralamamış ki beni senin yaraladığın gibi. Kaç yıl geçmiş üstümüzden hala ağlayabiliyorum senin için. Hala kalbim deliler gibi çarpıyor bana nasıl sarıldığını, bana nasıl baktığını hatırladığımda. Bu ne kadar normal yada normal mi bilmiyorum; çünkü senle ben biteli dört yıl olacak neredeyse. Hala aynı acı, hala aynı burukluk. Sadece bunla yaşamayı öğrenmişim, bir kenara atıp hayatıma devam etmeyi öğrenmişim bu kadar zamanda. Tek fark bu.

Geçen gün eski eşyalarımı karıştırıyordum. Senden ayrıldıktan sonra yazdığım bir mektubu buldum. Yine 'kaybolmuş, adressiz' bir mektup. İçimden geçenleri bir tek kağıtlar biliyor zaten. Acımı bir tek gözyaşlarımla ıslanmış, dağılmış harfler hissedebiliyor. Neyse, bu mektubu yazarken içimde ne fırtınalar kopmuştu.. Daha dün gibi hatırlıyorum. Hıçkırıklara boğulmuş, 'Yok, daha fazla yazamayacağım.' demiştim. Yaşadıklarımızı hatırlamak çok acı veriyordu ama hatırlamak zorundaydım. Aşkın nasıl bir şey olduğunu tarif edebilmek için. Bu mektubu buraya yazmasam olmaz diye düşündüm. Gör, ne kadar sevmişim seni..

(not: bu yazı baya bi uzar sanırım, sonra bitmiyo lan bu sıkıldık mıkıldık demeyin, baştan uyarmak istedim.)

" Arada aklımdan çıkarmayı başarabildiğim;ama kalbimden bir türlü çıkaramadığım bir tanecik aşkıma...
Her insanın umutsuz olduğu bir an vardır. Yalnız hissettiği, birine ihtiyaç duyduğu bir an. Bazen hıçkıra hıçkıra ağlar, sesini duyurabilme çabası içinde. Hatta o kadar ağlar ki, bir süre sonra kendini durduramaz. Gecenin sessizliğini bozan hıçkırıklarla kafasını kaldırır, en parlak yıldızı bulur gökyüzünün derinliklerinde. Ve "Neden?" diye sorar. "Neden yalnızım?"

İşte ben, aynı böyle bir akşamda, yalnızlığın verdiği çaresizlikle gözyaşlarıma engel olma çabasındaydım. Kendimi durduramıyor, ağladıkça daha da ağlıyordum. O kadar yalnız hissediyordum ki.. Hiçbir şey eskisi gibi gelmiyor, mutlu olamıyordum. Kendime ait bir peri masalı istiyordum. O akşam gerçektende bir dilek tutmuştum. Yıldızlardan senin gibi birini dilemiştim.
Böylesine zor geçen bir akşamın ardından sen geldin. Bulup çıkardın beni içinde kaybolduğum karmaşık duygularımdan. Belki sen hiç bilmedin ama, benim için bir mucizeydin. Yalnızlığımın tek çaresi, gerçekleşen tek dileğimdin. Kısaca sen, ihtiyacım olan her şeydin.

Seninle yaşadıklarım, seninle hissettiğim duygular... Hepsi benim için birer ilkti ve o kadar başkaydı ki! Sen bunları hiç bilmedin ama sen benim için ilktin, tektin. İçimdeki o sonsuz karanlığın içinde yanan tek bir mum gibiydin. Aşka tekrar inanmamı sağlayan bir mucizeydin. Ben seninle yaşadım aşkı, seninle tattım gerçek mutluluğu, senle buldum hayatın anlamını.

Bana sardığın o sıcacık kollarınla kendimi güvende hissetmemi sağladın. Yaşamdaki en büyük zorluklar bile, çok basit bir sorun gibi göründü seninle. Gözlerimizin buluştuğu her an, her o uçsuz bucaksız maviliğin içinde kendimi kaybettiğim zaman, bir kez daha sevdim seni. Eskisinden daha fazla, daha tutkuyla. Bana gülümsediğinde çiçekler açtı içimde, rengarenk. Bana sarıldığında, sanki tüm dünya durdu birdenbire. Sadece biz vardık. Sadece sen ve ben. Beni kendine çekip dans ettiğimizde, sanki zaman duruyordu. Başka bir dünyaya gidiyorduk. İşte bu kadar çok sevdim seni. Tüm kalbimle.

"Hoşçakal" deme zamanım geldiğinde, otobüsün camından sen bir nokta haline gelene kadar gözlerimden süzülen yaşlarla sana baktığımda, birbirimizi göremeyene kadar aptallaşmış bir şekilde el sallayıp durduğumuzda veya uçakta seni düşünerek hıçkırıklara boğulduğumda hiç gelmemişti aklıma, o "hoşçakal"ın aslında "elveda" olduğu. O günün seni son görüşüm olduğu.

Halbuki sen dünyanın öbür ucunda yaşıyor olsan bile, ben seni sevecektim. Sadece yazları görüşebilecek olsak da, belkide buna değecekti. Belki koruyamadık aşkımızı, sahip çıkamadık. Belkide tamamen farklı insanlardık; ama biz bunu anlayamadık. İkimizde suçluyduk belkide.. Ama sonunda saçmalayan, her şeyi abartan ben olmuştum işte. Salak kız. Asla affedemedim kendimi. Yazdığım her cümle, benim değildi sanki. Kıskançlık, öfke doluydu bu sözler, yıkılmış hayallerle dolu. O zaman anlayamadım ileriye gittiğimi, anlayamadım aşırıya kaçtığımı. Belkide bir iki cümleyle, biraz tartışmayla halledebilinecek bir olayı, acımasız sözlerimle bitirdim. Senin sözlerin doğruydu. Kendi yaşımda biri gibi davranamadım. O zaman fark edemedim ne kadar saçmaladığımı, yada bu sözlerimle geri dönüşü olmayan bir yere vardığımızı. Fark edemedim önümüzdeki acı ayrılığı.

O zamana geri dönebilsem, inan asla söylemezdim bunları sana. Belki yine biterdi, ama böyle saçma sapan bir nedenden, saçma sapan bir kavgadan dolayı değil. Bir şans daha tanıyabilseydik keşke bize. Hemen pes etmeseydik keşke. Ayrı dünyalarda yaşayan, yabancı insanları oynamasaydık hemen. Belkide o zaman daha farklı olurdu her şey.

Bir süre her şeyin bittiği gerçeğine inanamadım. Sonra bu gerçek tüm zalimliğiyle çıkınca önüme, anlatamadım bir türlü kendime, hazmedemedim. Toparlayamadım kendimi. Ama bildiğim tek bir şey vardı ki, her şey için çok geçti artık. Çok geç kalmıştım.

Şimdi dönüp baktığımda, sanki her şey hala etkisinde olduğum ve düşünmeden duramadığım bir rüya. Uyandığımda ise birdenbire, yine her şey rüyamdan önce, yani senle tanıştığım tatilden önce bıraktığım yerdeydi. Ben yine yalnızdım, sen yoktun hayatımda. Tüm anılarımızı ve kırılmış kalbimi bırakıp gitmiştin. Bir kez bile arkana bakmadan..

Şuan sen başka maceraların peşindeyken, ben hala seni düşünüyorum. Kalbindeki yerimi başkasına verirken, ben her gece ağlıyorum. Aptallığıma yanıyorum. Hissediyorum yanıyor, parçalanıyor içimde bir yer. Herkes çoktan unuttum sanıyor, üstesinden geldim diye biliyor. Ama gerçek şu ki, bazen çıkarabilsem de aklımdan seni; atamıyorum kalbimden. Olmuyor. Artık biliyorum birini kaybetmek nasıl bir duygu. Ve biliyorum elveda deme zamanım çoktan geldi sana. Biliyorum, bazı şeyler için çok geç artık. Bir daha seni asla göremeyeceğim.

Sadece bilmeni isterdim. Ben seni hala seviyorum, seni çok ama çok özlüyorum. Elveda deme zamanım geldiyse bile, ben hala sana sıkıca sarılmak, bir daha hiç bırakmamak istiyorum. Sadece bilmeni istiyorum, ben bu gerçekle yüzleşemiyorum.. "

Bu dört yıl önce yazdığım bi mektup sana. Tabiiki asla okumadın, asla bilmedin. Sen beni hep hırçın, kıskanç, nefret dolu bir kız olarak hatırlayacaksın sanırım. Sana olan özlemim, etrafımdaki insanların bizi eleştirip durması, kıskançlık krizlerim birleşince sana patlamıştım işte birden. Sonunun kavga olacağını düşünmemiştim. Sonumuz olacağını düşünmemiştim. İnan, çok pişmanım.

odun gibi gerçek

Yokuş aşağı yürüyorum. Sert esen rüzgar sayesinde bombok olmuş saçlarımı hışımla geriye atıyorum. Keşke yağmur yağsa, keşke o kadar yağsa ki ağladığım anlaşılmasa.

Peki neden ağlıyorum? Neden hiçbir gücüm kalmamış gibi kendimi yola teslim etmiş, umutsuzca yürüyorum? Ve en önemlisiyse ben düşüncelerim arasında boğulurken sen neden yoksun yanımda?

Hayatımda ilk kez "Bu sefer hayalkırıklığına uğramayacağım. Bu sefer mutlu olacağım." demiştim. Farklıydın çünkü, biliyordum. En başından anlamıştım farklı olduğunu. Bana bakışından beni sevebilecek insanın sen olduğunu hissetmiştim. Biliyodum, beni üzmeyecektin.

Neden hep her şey istediğimizden farklı olmak zorunda ki? Neden hiçbir şey göründüğü gibi değil? Bu ülkede kalbini kırabileceğin milyonlarca kişi varken, beni neden seçtin? Bu muydu yani hak ettiğim?

Canın sıkıldığında kullanabileceğin, işin bitince atacağım saçma sapan bir şey kadar değersiz mi görünüyordum senin gözünde? Yok, bu kadar basit olamazdı yada onca güzel şeyi söyleyen bir başkasıydı.

Neyse ne işte.. İyi rol yaptığını söyleyebilirim. Evet, yine kandırılan masum, ezik kız ben olmuştum işte! Sense hiç düşünmeden çekip gitmeyi bilmiştin.

Bana da öğretebilir misin nasıl bu kadar taş kalpli olunur? İkinci bir hıyarlığın tuttuğunda kaldırabilirim böylece.. Yada yoo.. o taş kalplilik ve bencilliği öğrendikten sonra ikinci bi hıyarlığını beklemez direk postalarım seni ülkene.

Malesef ben senin kadar başarılı değilim bu işlerde. Ne yazık ki bir kalbim var. Yada vardı diyelim. Artık o da kalmadığına göre (onu da tuzla buz ettin tebrik ederim) bende öyle boş boş yürüyorum işte. Amaçsız. Kendi benliğimin içinde kendimi kaybediyorum. Dışarı atamadığım hıçkırıkları yutuyorum. Ağlayamıyorum. Yalanlara, bahanelere umut sarmak istiyorum. Ama gerçek önümde duruyor. Koca bir kütük, odun parçası, orman yarması gibi. Yani aynı sen gibi.

Ben sıkıntıdan nefes bile alamazken, sen bana kendimi bu kadar basit hissettirip gidecek kadar acımasızsan, sorun değil.

En azından senin gibi olamadığım için sükrediyorum. Ben üzüntümü bir şekilde gideririm ama sen dostum, asla düzelmeyeceksin; çünkü ne bir kalbin var, ne de duyguların. O yüzden benden sana 'insan' tavsiyesi; hiç daha fazla bekleme, ait olduğun ormana geri dön. Ben burda iyi olurum.

kaybolmuş mektuplarım

"Ben seni hak etmiyorum."
Bu cümleyi herkes kuruyor. Bir şekilde bir ilişkiyi bitirmek için uydurulan bir sebep, karşındakini biraz olsun iyi hissettirmeye çalışmak için söylenen bir yalan vs. Aslında hiçbir zaman da içten gelerek söylenmeyen bir cümle işte.
Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki, o kadar cesaretsizim ki. Korkağın tekiyim sevgilim, gerçeklerden kaçıyorum. Seni sevmediğim gerçeğini yalanlarla süslüyorum ve kendimi acındırmaya çalışıyorum. Hepinize yalan söylüyorum. Sevdiklerime yalan söylüyorum ve bu beni öldürüyor. Artık mutlu olamıyorum ve hak ettiğim cezayı çekiyorum. Nasıl bir insana dönüştüğümü ise hiç bilmiyorum. Aynada kendime bakıyorum ve en azından doğruyu söyle diyorum, olmuyor. Suçlu olduğumun yüzüme vurulmasını istemiyorum, insanların benden nefret etmesini istemiyorum ve kaçıyorum, yine kaçıyorum. Sana çok değer veren bir insandan ayrılmak o kadar zormuş ki.. Hiç fark etmemiştim, anlamamıştım. Hep terk edilen taraf ben olmuştum.
Ben seni çok seviyorum sevgilim, hemde çok. Ama asla sana sevgili gözüyle bakamadım ve tüm bunları senin yüzüne söylemek istesem de yapamıyorum. Etrafım yalanlarla doldu ve yanlış olduğunu bile bile bu oyuna devam ediyorum. Elime ne geçecek ki? Her türlü kalbin kırılacak ve ben bundan nefret ediyorum. En başından seni, senin beni sevdiğin gibi sevemeyeceğimi anlamıştım ve o sırada bir tepki vermem gerekiyordu. Korkağın tekiyim, bağışla.
"Ben seni hak etmiyorum."  İşte bu cümle sen ve ben için geçerli. Senin yüzüne, çevrendekilere, herkese milyonlarca yalan söyledim. Umarım bir gün iyiki dersin, iyiki ayrılmış benden. Çünkü sen bana fazla iyisin sevgilim. Tertemiz bir yüreğin var ve bu yüreği kırmak zorunda kaldığım aklıma geldikçe niye diyorum, niye yaptım bunu sana. Ancak yazarak avutuyorum kendimi. Sana söylemem gerekenleri kağıtlara döküyorum. Kimsenin okumayacağını yada anlamayacağını bildiğimden. Senin asla göremeyeceğini bildiğimden.
Özür dilerim..

9 Aralık 2011 Cuma

kutup yıldızım olur musun?

Benim bütün hayatım kutup yıldızım olacak birini aramakla geçti. Kendimi kaybettiğim anlarda, mutsuzluğun dibine vurmuşken yada sadece o bitmek bilmeyen düşüncelerimin tam ortasında elimden tutup beni kendime getirecekti. Yanımda olacaktı ve beni sadece ben olduğum için sevecekti. Bende onlayken olduğum kişiyi sevecektim. Korkularımı yenmeme yardım edecek; beni her şeyimle, bütün sorunlarım, saçmalıklarım, hatalarımla sevecekti. Koşulsuzca, limitsizce sevecek, beni kabullenecekti. Bana her baktığında nefesim kesilecek, beni her öptüğünde dünya duracaktı. Onun kalbi benim, benim kalbim onun olacaktı. Bir gün bırakıp gitmeyecekti.

Böyle bir insanın varolduğuna o kadar inandırmıştım ki kendimi, bütün yıllarımı her sevgilim için "İşte bu! İşte bu 'O' olmalı!" diyerek harcadım, pembe hayallerin içinde kendimi kaybettim ama her seferinde elimde kalanlar kırılmış kalbim ve hayalkırıklıklarıydı. Dört yılın sonunda anlamıştım: Bütün erkekler odundu.

Şuanda sadece yolunu kaybetmiş bir kızım ben. Öylesine yürüyorum işte, nereye gittiğimi bilmeden. Tek istediğim biraz aşk, biraz heyecan, biraz tutku. Ama öyle bir iki gecelik, iki üç haftalık değil. İlk bakışımızdan itibaren bize birbirimize ait olduğumuzu anlatan o duygu.. Şuan ise sadece boşluktayım. Bir şekilde aydınlığı bulmaya çalışıyorum ama bitmek bilmeyen düşüncelerim arasında boğuluyorum, kayboluyorum. Kendimde kendimi bulacak cesareti bulamıyorum.

Söyle bana, kutup yıldızım olur musun?