3 Şubat 2012 Cuma

Kalbinizin sesini dinleyin!



Geçen gün tek kelimeyle harika bi film izledim. Belki çoğunuz izlemişsinizdir, 2010 da yayınlanmış sanırım. Listen To Your Heart adıda. Çok fazla anlatmak istemiyorum ama özetle; tek kelimeyle hayattan zevk alan, çok parası olmayan ve müziğe aşık olan bir adam. Bir restoranda çalışıyor ve restoranı kapatırlarken oturup oradaki piyanoda kendi yazdığı şarkıları çalıyor. Hayali, bestelerini dünyaya duyurmak. Adam o kadar hayat dolu ki.. Resmen özendim, hani hayatı mükemmel olmamasına rağmen resmen hayatı kelimesi kelimesine yaşıyor. Ve bir gün restorana gelen bir kıza ilk görüşte aşık oluyor. Bu kızın ciddi anlamda pislik bi annesi var, hani ciddi anlamda gaddar bi kadın. Yani baya baskı altında bir kız. Restorandan çıkarlarken Danny(filmimizin kahramanı) kızın eline bir kağıt tutuşturuyor, numarası ve adı. Ama kız (Ariana) onu hiç aramıyor. Tam çocuk umudunu kaybederken kız iki hafta sonra restorana geliyor ve kızın geri aramamasının nedenini öğreniyorlar: kız sağır. Bundan sonra olanları yazmak istemiyorum zaten yeteri kadar uzun anlattım ama bu çocuk Ariana'nın "o" olduğunu, doğru insan olduğunu biliyor ve onla anlaşmak için elinden ne geliyorsa yapıyor. Arkadaşı bunun çok zor olacağını söylemesine ve Danny'yi bu kızdan vazgeçirmeye çalışmasına rağmen Danny sinirleniyor ve "Sırf zor olacak diye, mükemmel olabilecek bir şeyden vazgeçmeyeceğim." diyor. Türkçede biraz garip duyuldu ama cidden orası eridiğim andı yani. İşaret dilini öğreniyor, kızın öz güvenini yerine getiriyor, hayattan ne istediğini bulmasına, hayallerini takip etmesine yardım ediyor. Bu kadar şey yazmama rağmen hala çok az şey anlattım. O kadar harikaydı ki resmen ağlamaktan gözüm çıktı. Çok da trajik bir sonu var. Ama bir o kadar da mükemmel. Yani napıyosunuz? Gidiyosunuz ve hemen "Listen To Your Heart" filmini alıyosunuz veee izliyosunuz. Ciddiyim.

                              

Bu filmden sonra hala neden inatla "doğru insanı" beklediğimi bir kez daha anladım. Çünkü şuana kadar hiçbir sevgilime (bir tanesi hariç. o da yalan oldu zaten) ciddi anlamda aşık olduğumu hissetmedim. Ve bu filmden sonra hala hani "bir yerlerde sizi bekleyen biri var." duygusu geri geliyor ve bir saniyeliğine kendimi ilerde evde kalmış deli kadın olarak görmüyorum. Neyse önemli olan bu değil, önemli olan hayallerinizin peşinden gidin; çünkü hayat gerçekten çok kısa.
Film hakkında fazla bilgi verdiysem özür dilerim, ama kendimi tutamıyorum yani bence cidden çok çok çok harika bi filmdi. 4 tane de Oscar'ı var sanırım. Beni çok etkilemişti, ondan paylaşmak istedim :) Sizde kalbinizin sesini dinleyin belki bizde bir gün hayallerimize, aradığımız aşka ulaşırız!




2 Şubat 2012 Perşembe

let it snow, let it snow, let it snow

Uzun zamandır İstanbul'u bu kadar beyaz görmemiştim. Şu geçtiğimiz üç-dört gün o kadar güzeldi ki.. Her yer bembeyaz, tertemiz.
Hele hele pazartesi akşamı hayatımın en harika akşamlarından biri oldu. Odamda oturmuş film izlerken annem "Kutup Yıldızı gel pencereden baak!" diye yanıma geldi. Kendimi öyle bir filme kaptırmışım ki saatlerdir delicesine yağan karı fark etmemişim. Hemen pencereye koştum, bir baktım her yer bembeyaz olmuş. Sanki karlar ülkesi. Saat de geceyarısını geçtiği için kimsecikler yok, arabalar yok, trafik yok. Sadece sessizlik, ve pamuk gibi yağan kar. Bir de marina dan doğru gelen vapur sesleri..
Bizim oturduğumuz yer sahilde olduğu için diğer yerler gibi pek kar yağmaz, yağsa da pek tutmaz. O yüzden her tarafı bembeyaz görmek çok nadir rastlanan bir durum. Annemde hayatı dolu dolu yaşayan bir insan olduğundan "Kalk hadi dışarı çıkalım!" dedi, hemen mutfağa gitti ve o muhteşem sıcak şarabını yapmaya koyuldu. Bende kalpli pijama altım yerine adam gibi bi pantolon giydim ve kafamın üstüne biri sıçmış gibi duran o iğrenç topuzumu açıp hemen bir bere taktım. 15 dakika sonra annemle kardanadam desenli kupalarımızda sıcak şaraplarımızı içerek karın ve sessizliğin tadını çıkarıyorduk. O kadar harikaydı ki, resmen sessizliğin sesi. Ve kar o kadar güzel yağıyordu ki, sanki biz kocaman bir kar küresinin içinde duran birer bibloyduk ve birileri o kar küresini sallıyordu. Üzerimize pamuk gibi karlar düşüyordu. 1 saat yürüdükten sonra ıssız bi sokakta köpeklerin bizi kovalamaya başlamasıyla korkup eve döndük :D
Şuanda bazıları "Kar yağmış dolaşmışsınız işte ne var yiaaaa." diyor olabilir, ama ben küçük şeylerle aşırı mutlu olabilen bir insanım ve hiçbir insanın olmadığı sokaklarda ve hiçbir insanın basmadığı, geceyi aydınlatan bembeyaz karların üstünde yürümek, yağan karın tadını çıkarmak benim için çok özeldi :)
Neyse, bu böyle bir anıydı işte. İşin asıl kısmına geliyorum. Yukarıdaki kısmı okumaya başlayıp da "Bu ne yiaa" deyip çıkmaya karar verdiyseniz lütfen pencereyi kapatmadan önce BURAYI OKUYUN! (büyük harfle yazılı iki pembe sözcüğün dikkat çekebileceğini uman Kutup Yıldızı, umarım bunu başarır. Neyse.) Herkes çok mutlu kar, mar, kış havası falan filan. Evet. Ama bana öyle geliyor ki, sanki kimse dışarıda üşüyen ve ıslanan küçük dostlarımızı düşünmüyor. Hayvanlar konusunda fazla hassas bir insan olarak hepinizden rica ediyorum, lüüütfen dışarıya onlar için bir kutu koyamıyorsanız bile, en azından sokaklara mama, pencerenizin önüne mısır, buğday, kuş yemi, hiç olmadı ekmek falan koyun. O kadar açlar ki.. Bugün bizim evin önünde beslediğim kediler ortaya çıktılar iki gündür yoklardı ve size ne kadar aç olduklarını anlatamam. Resmen nefes almadan yediler. Ve yinede doymadılar. Bugün kuş yemi aldım mesela, şuan balkonum serçe kaynıyor ama en azından bazılarını doyurmuş olmanın verdiği bir mutluluk var. Geçen gün de başka bir kedi karların arasından sırılsıklam olmuş bir şekilde bana koştu. Hemen mama getirdim ama bu bir insanın yapmasıyla olacak bir şey değil. Lütfen onlara yardım edelim. Aynı şekilde köpeklere de. İlla mama almanıza da gerek yok, evde artmış yemekleri bir yoğurt kabına koysanız yine olur. Bu konuda ciddi anlamda hassas olan Kutup Yıldızı sizinde onların patisinden tutacağınızı, yardım eli uzatacağınızı umar ve yine delirmiş bir ev kadını imajı çizerek koca bir kutu mamayla kendini dışarı atıp kedi, köpek beslemeye gider.

küçük bir özür yazısı :)

Çok değerli 7 izleyicim ve bunu okuyan diğer herkes,
Buraya yazmayalı 1 aydan fazla olduğunun farkındayım ve suçu finallere atsam yine olmayacağının da farkındayım; çünkü finaller sadece iki hafta sürdü. Evet, dürüst olmak gerekirse içimden hiçbir şey yazmak gelmedi. Yazacak bir şey bulamadım. Her ne kadar 2012'yi dolu dolu geçirmeye karar verdiysem de bu yılın ilk ayı yine sevdiğim çocuğun bana "kanka" demesini izleyerek ve bana dört yıldır kafayı takmış bi çocuğun her gün attığı "Buluşalım!!" mesajlarını redderek ve bir sürü proje yetiştirmeye çalışarak geçirdim. Neyseee şuanda yazmak istediğim çok şey var, dünyaya geri döndüm veee mutluyum o yüzden şimdi kahvemi yapacağım ve oturup 2012 yılının 2. yazısını yazmaya başlayacağım :) ve bu 1 aylık ara için de hepinizden özür dileriim!